Peygamberimiz döneminde henüz çevre sorunu diye bir sorun yoktu. Sanayileşme olmadığı için onun zararlı yan etkileri de görülmemekteydi. Buna rağmen Peygamberimiz ağaçların korumanın gerektiğini bildirmiştir. Örneğin ona ait bir hadis şöyledir:
"Kim bir fidan diker veya ekin ekerse, onlardan kuşlar ve diğer hayvan veya insanlar faydalandıkça Allah onu sevaptan yararlandırır. Yaptığına karşılık olarak ona sadaka sevabı olur."
Peygamberimiz Medine yakınlarında, eskiden ormanlık iken sonradan hayvan otlatılan yer haline gelen otlak bir alan için şöyle buyurmuştur:
"Kim buradan bir ağaç kesecek olursa onun karşılığında yeni bir ağaç diksin."
Aynı şekilde, Mekke gibi Medine ve Taif şehri ve civarını, bugünkü söylemle sit alanları ve milli park ilan etmiş ve bu bölgelerdeki ağaçların kesilmesi ve hayvanlarının avlanması yasaklanarak koruma altına alınmıştır.
Peygamberimizin Medine merkez olmak üzere her yönden 32 km.lik çevresini yasak bölge ilan ederek ağaçlarının kesilmesini, hayvanlarının avlanmasını, otların yolunmasını, hatta ağaçların yapraklarının çırpılmasını yasaklamış, böylece bu bölgeyi koruma altına almıştır.
Peygamberimiz su israfı ve suyun kirletilmesi konusunda da insanları uyarmış, bu konuda titizlik göstermiştir.
PEYGAMBERİMİZİN HAYVANLARA MERHAMETİ
Âlemlere rahmet olarak gönderilen ve bir merhamet denizi olan Sevgili Peygamberimizin şefkat ve merhameti sadece insanlara mahsus değildi. Hayvanları da kapsıyordu. Çünkü, onlar da can ve ruh taşıyordu.
Peygamberimiz, Cahiliye Araplarının bu konudaki çirkin âdetlerini de kökünden kazıdı. Hayvanların da merhamete muhtaç olduklarını öğretti.
Araplar, hayvanlara çok kötü ve merhametsizce hareket ederlerdi. Canlı hayvanları ok atışlarında hedef dikerler, kendi hayvanlarını diğerlerinden ayırmak için kulak ve kuyruklarını keserler, hatta dağlarlardı. Çölde acıktıkları zaman canlı devenin hörgücünü yarıp bir parça yağ çıkararak pişirip yerler, susadıkları zaman da hayvanın damarını keser, bir miktar kan alırlar, tekrar dikerlerdi.
Peygamberimiz bütün bu alışkanlıklardan onları vazgeçirdi. Hayvana bir işaret konulsa bile, en az acıyacak yere konulmasını tavsiye etti.
Peygamberimiz hayvanlara fazla yük vurulduğunu, aç ve susuz bırakıldıklarını veya bünye ve yaratılışlarına aykırı bir işte kullanıldıklarını görünce, bunu yapmamalarını söylerdi.
Hz. Muhammed (sav) Hakkı Gözetirdi
PEYGAMBERİMİZİN ADALETİ Hakka yönelmek, hakkı lâyık olana vermek, haksızlıktan kaçınmak, herkese eşit davranmak anlamlarına gelen adalet sıfatı Peygamberimizde en mükemmel şekilde mevcuttu.
Peygamberimiz dünya işlerinden elini çekmiş, hayattan uzak duran bir insan değildi. O, gençlik yıllarında Mekke'de bulunan kabilelerle birlikte yaşıyor, peygamber olduktan sonra da çeşitli kabile ve milletlerle iç içe bulunuyordu. Bu kabileler zaman olmuş, boğaz boğaza gelmişler, kan dökmüşler, çarpışmışlar, savaşmışlardı. Bunların birini memnun eden bir hareket, öbürünü rahatsız ediyordu.
İşte Peygamberimiz birbirine düşman kabileler arasında hak dini yayarken onların kalplerini kazanıyor, aralarında hak, adalet, insaf ve kardeşlik filizleri yeşertiyordu. Bu uğurda pekçok zorluklarla karşılaşıyordu. Fakat zerre kadar olsun, adalet ve insaftan ayrılmıyordu.
Arapların nüfuzlu ve zengin olanları, toplum içinde kendilerine ayrı bir yer ayırır, başkalarına, özellikle kimsesiz ve fakir kimselere yaptıkları baskıların kendilerine yapılmasına dayanamazlardı.
Mahzumîlerden bir kadın hırsızlık etmişti. Kureyşliler şerefli bir kabileden olan bu kadının cezalandırılmasını istemiyorlardı. Üsâme bin Zeyd'i Peygamberimiz çok seviyordu. Onu kırmayacağını biliyorlardı. Üsame'yi araya koyarak, Peygamberimizin bu kadına ceza vermemesini ricacı için gönderdiler. Peygamberimiz, Hz. Üsame'ye şöyle buyurdu:
"İsrailoğulları bu gibi taraf tutmaları yüzünden helak oldular. Bunlar fakirlerine en şiddetli ceza verirken, nüfuzlu ve zengin olanlarına ceza vermezlerdi."
Peygamberimiz, adaleti uygularken din farkı gözetmezdi. Hak sahibi bir Yahudi de olsa, Müslümandan hakkını alır, ona verirdi.
Sahabîlerden Ebû Hadrad, bir Yahudiden bir miktar borç almıştı. Vade dolmuş, Yahudi de ısrarla parasını istiyordu. Fakat Ebû Hadrad'ın sırtındaki elbisesinden başka bir malı yoktu. O sırada Peygamberimiz Hayber Savaşı için hazırlıkta bulunuyordu. Bu sefer Yahudilerin üzerineydi.
Mesele Peygamberimize iletildi. Ebû Hadrad, Yahudiden biraz süre istediyse de, Yahudi buna razı olmamıştı. Sahabîyi kolundan tutup Peygamberimizin huzuruna getirdi. Alacağını tahsil etmesini istedi.
Ebû Hadrad, verecek bir şeyinin olmadığını, Hayber'in fethinden sonra eline ganimet olarak bir şey geçerse vereceğini söyledi, ancak Yahudi diretiyordu. Sonunda Peygamberimiz fakir Sahabîsine sırtındaki elbisenin bir kısmını satarak borcunu ödemesini söyledi. Ebû Hadrad da öyle yaptı.
İşte Peygamberimiz Yahudilerin üzerine bir sefer hazırlığı yaptığı sırada, gözü gibi koruduğu, evlatlarından daha fazla üzerlerine düştüğü Sahabîlerinden birine karşı, hak sahibi olduğu için Yahu dinin hakkını arıyordu.
Peygamberimiz hak, hukuk ve adalet konusunda kendisini ayrı tutmaz, kendisine farklı bir muamele yapılmasını da kabul etmezdi. Bunun örnekleri Peygamberimizin hayâtında çokça bulunmakta, bu alanda da en yüksek seviyede bulunduğunu göstermektedir.
Ebû Said el-Hudri'nin anlattığına göre, Peygamberimiz bir seferinde savaşta ele geçen malları Sahabîleri arasında paylaştırıyordu. Müthiş bir izdiham vardı. Çok kalabalıktılar. Öyle ki, Sahabîlerden birisi Peygamberimizin sırtına çıkarcasına üzerine abanmıştı. Peygamberimiz, elinde bulunan ince hurma çubuğuyla o kişiye işaret ederek bir tarafa çekilmesini istedi. Çubuğun uç kısmı adamın yüzüne gelerek birazcık çizdi. Bunun farkında olan Peygamberimiz elindeki sopayı o kişiye verdi ve, "İşte yüzüm, gel, sen de benden hakkını al" dedi.
Fakat Resulullahı canından fazla seven Sahabî, "Ya Resulallah, ben hakkımı helâl ediyorum, sizi bağışlıyorum" dedi ve vazgeçti.
Ömrünün son günlerini yaşıyordu. Dünyaya veda etme vakti gelip çatmıştı. Sahabîleri ile vedalaşmak, helâlleşmek istedi. Öbür âleme üzerinde bir hak olarak gidemezdi. Sahabileri topladı ve onlara şöyle konuştu:
"Şayet birinize karşı bir hatada bulunmuşsam, maddî veya manevî olarak kimi incittiysem, malınıza, canınıza veya şerefinize, herhangi bir biçimde zararım dokunmuşsa gelsin, benden hakkını alsın, tazminatını vereyim."
Son anında, ağır hastalığında dahi adaletin yerini bulmasını istiyordu. Üzerinde, kimsenin bir hakkının kalmasını istemiyordu.
Hz. Muhammed (sav) Sabırlı ve Cesaretliydi
PEYGAMBERİMİZİN SABRl Pekçok hâdise insanın arzu ve isteği dışında gelişir. İnsan sıkıntıya düşer, üzülür, zulme uğrar, başına musibet ve felaketler gelebilir. Ancak başa gelen her şey Allah'tan olduğuna göre, ilk anda görülmese de, neticesi itibariyle o musibette insan için bir fayda gözetilmiştir.
İşte, insan karşılaştığı bir hâdisede onun içindeki hayırlı neticeyi düşünüp içine sindirmelidir ki, tedirgin olmasın. Bunu anlayınca tahammül edip bekler; Allah'a tevekkül eder, kendisini olayların akışına kaptırmaz. İşte bu davranışın adı sabırdır.
Diğer taraftan, bazen olur, pekçok nimetten istifade eder. Olaylar arzu ettiği şekilde gelişir. Birçok nimete sahip olur, yahut kendisinde bulunup da başkasında olmayan bazı nimetleri hatırlar, bir lütuf olarak kendisine verildiğini idrak eder. Böylece, verilen nimetleri, verenin emri yolunda kullanacağını anlar, şükreder.
İşte olgun insan, üzücü olaylar karşısında anında sabır silâhını kullanır. Başına daha büyük bir musibet gelmediği için Rabbine şükreder.
Peygamberimiz sabır kahramanı olduğu gibi, şükür deryasıdır da. Çünkü en büyük bela ve musibetler onun başına gelmiş; bununla birlikte en büyük nimet ve imkânlar da kendisine verilmiştir.
Bir hadiste ifade buyurduğu gibi, "En çok musibet ve meşakkate uğrayanlar, insanların en hayırlıları ve olgunlarıdır."
Peygamberimiz de insanların en olgunu ve en hayırlısı olduğundan, imtihan için, Cenab-ı Hak en çetin musibetleri ona vermiştir.
Efendimizin hayâtını gözden geçirdiğimizde, en çok onun bela ve musibetlere uğradığını görürüz. Daha dünyaya gelmeden babasını kaybetmiş; altı yaşında annesinin, iki sene sonra dedesinin vefatını görmüştü. Peygamberliğini müteakip düşmanlarına karşı kendisini koruyan amcası Ebû Talib'in ve en çok desteğini gören hanımı Hz. Hatice'nin vefatına şahit olmuştu. Hz. Fatıma'dan başka bütün çocukları, ya küçük yaşta veya genç yaşta vefat etmişlerdir.
Bütün bu musibetler Peygamberimizin gözlerini yaşartmış, fakat onun ağzından kaderi suçlayıcı biçimde tek bir söz duyulmamış, bir feryat işitilmemiştir. Bu felâketler karşısında asla sarsılmamış, yılgınlık duymamış, sadece sabretmiştir.
Peygamberliğinden sonra ise, insanları kurtuluşa çağırdığı için kendi kavmi, kabilesi ve yakın akrabaları tarafından ölümle tehdit edilmiş, işkence yapılmış, hakarete maruz kalmış, alaya alınmıştır. Bununla kalınmamış, varlığına tahammül edemeyenler, onu öldürmek için plân kurmuşlardır.
Bu kadar eziyetlere sabreden Peygamberimiz, sonunda doğup büyüdüğü, elli yıl hayâtını geçirdiği vatanını terk etme mecburiyetinde kalmıştır. Müşrikler, hicretine de engel olmak için her türlü yola başvurmuşlar; fakat kurdukları bütün tuzaklar sonuçsuz
kalmıştır. Aradan fazla bir zaman geçmeden de ordular düzenleyerek üzerine yürümüşlerdir.
Peygamberimiz müşriklerle yaptığı bu savaşlarda bir hayli zor anlar yaşadı, hayatî tehlikeler atlattı. Medine'yi savunmak için hendek kazdı, günlerce aç kaldı. O halde dahi en küçük bir bıkkınlık göstermeden sabır ve metanet gösterdi. Çünkü o biliyordu ki, sabreden, zafere erecektir.
İnsan geçici olan musibetlere dayanabilir, fakat peş peşe, arka arkaya gelen zincirleme felâketlere sabretmesi oldukça güçtür. İşte Peygamberimiz, hayâtı boyunca her çeşit musibete uğradığı halde, sabır ve azminden, tevekkül ve itimadından hiçbir şey kaybetmemiştir. Felâketler arttıkça onun da dayanma gücü artmıştır.
Bu sabrı sonunda düşmanlar dize gelmiş, yılmışlar, bazıları da düşman oldukları İslâmı kabul ederek, sonunda Peygamber safında yer almışlardır.
PEYGAMBERİMİZİN ŞECAAT VE CESARETİ Şecaat ve necdet kelimeleri Peygamberimizin cesaret ve kahramanlığını en güzel ifade eden kelimelerdir.
Şecaat: Dinî ve dünyevî hukukunu korumak için canını dahî verecek derecede gösterilen bir yiğitlik olarak tarif edilir.
Necdet: Korku ve dehşet veren bir hâdise anında ve olağanüstü haller karşısında sabır ve sebat göstererek soğukkanlılığını koruyup, endişeye kapılmadan sakin bir şekilde hareket etmektir.
Bu hasletlerden her ikisi de Peygamberimizde tam ve mükemmel manada bulunuyordu.
Hz. Muhammed (sav) Çalışmayı Sever ve Zamanı İyi Değerlendirirdi
Hz. Peygamber daima çalışmış, zamanını en iyi ve en verimli şekilde planlayarak dolu dolu bir hayat yaşamıştır. “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” buyurarak her gün bir önceki güne göre daha ilerde olmak durumundadır.
Hz. Peygamber meşru kazanç için yapılan uğraşıların ibadet olduğunu vurgulamıştır. Bir gün sahabilerle birlikte oturmuş sohbet ediyorlardı. Bu sıralarda bir genç erkence kalkıp biraz ileride kazma kürek çalışıyordu. Ashaptan bazıları, “Ey Allah'ın elçisi! Keşke bu delikanlı burada sizin sohbetinizde bulunsa da Allah yolunda mesai sarf etmiş olsa” dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v. ) şöyle buyurmuşlardır: “Böyle söylemeyin. Eğer o genç, insanlara el açmamak, çocuklarının ekmek parasını kazanmak için çalışıyorsa Allah yolundadır. Yaşlı ve zayıf düşmüş olan anne babasına yardımcı olmak, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa Allah yolundadır.”
Diğer bir hadislerinde ise “Dünya işlerinizi iyi düzenleyip yoluna koyunuz.Ahiretinizi de ihmal etmeyip onun için çalışınız.” buyurmuştur. Peygamberimiz bu hadisleriyle dünya ahiret dengesinin kurulmasını öütlemektedir. Biri diğeri aleyhine tercih edilmemeli belki ikisi birlikte dengeli olarak götürülmelidir. Bu konu oldukça önemli olduğu için Yüce Allah Kurân-ı Kerim'de de bizleri bu dengeli yaşama yönlendiriyor:
“Allah’ın sana verdiği –mallardan onun yolunda harcayarak –ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma “buyurmaktadır. (Kasas ,77 )
Yüce Allah’ın bizim için koyduğu kurallara dikkat ederek beden sağlığımızı, ibadetlerimizi yerine getirerek ruh sağlığımızı koruruz. Zira biri diğerinin aleyhine ihmal edildiği zaman bazı huzursuzluklar baş gösterir. Bu nedenle Peygamberimiz de; “Sizin hayırlınız dini için dünyasını, dünyası için de dinini terk etmez. Belki her ikisini birlikte çalışarak (mükemmelliğe yürür.) buyurmuştur. Diğer bir hadislerinde ise “Başkalarına muhtaç olmamak, çoluk-çocuğunun mutluğu ve komşularına yardım niyeti ile çalışan ve helalinden para kazananlar, yüzleri ak olarak Allah’a ulaşacaklardır.” “Helalinden çalışarak, yorgun bir vaziyette yatağa giren insanın günahları affedilecektir.” der.
Tembellik kişinin en büyük düşmanıdır. Önce çalışma ruhunu öldürür, azmini kırar sonrada ümitsizliğe iter ve kişinin başarısızlığına sebebiyet verir. Bu nedenledir ki Peygamberimiz tembellikten Allah’a sığınmışlardır.
Çalışmanın faydalarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
a-Çalışmanın, üretici olmanın en büyük yaran, kişinin kendisinedir. Çünkü "İşleyen demir ışıldar, pas tutmaz" atasözüne göre, çalışan insan sağlam ve sağlıktı olacak, daha zinde kalacaktır. Tembel insan ise, can sıkıntısından rahatsız olacak, kendini psikolojik açıdan iyi hissetmeyecektir.
b. Çalışan insan, alın teriyle kazandığından hem kendisi hem de ailesi helâl lokma yemiş alacaktır Çalışmayan insan, ya hazır yiyecek ya da başkalarının malına göz dikecektir. Böyle insanlar topluma yük olurlar.
c. Çalışıp kazanan insanın, içinde yaşadığı sosyal çevreye de birtakım katkıları vardır. Örneğin; çalışan insanlar, zekât, sadaka, fitre gibi sosyal yardımlarla çalışamayanları korur ve gözetir.
ç. Çalışan insan sadece kendisine, ailesine ve yakın çevresine faydalı olmakla kalmaz, milli ekonominin gelişmesine, sosyal refahın yaygınlaşmasına da yardımcı olur. Vergilerle yapılan yatırımlar, çalışmanın bütün topluma sağladığı katkılarla gerçekleşmektedir
Yapıcı ve Üretici Olmanın Yararları
Yapıcı ve üretici olmak; loplumun yararına olacak bir şey meydana getirmek, bir şey üretmek anlamlarına gelir. İnsan, yapıcı ve üretici olmalı, yaptığı her işin ve çalışmanın hakkını vermelidir. Yapıcı ve üretici olan sanatkâr ruhlu insanlar, hem Allah hem de kulları tarafından sevilir, sayılır.
Üretici olmak sadece çalışmakla sınırlı değildir. Öğreten, öğrenen fikir üreten, plân ve tasarımlar yapan, yol gösteren, işlerin daha iyi hâle gelmesini sağlamak için düşünen insanlar da üretiyor demektir.
Bir ülke, ancak yapıcı ve üretici olan vatandaşların gayretiyle yükselir. Bu güzel yurdumuz, atalarımızın sürekli çabalan, azim ve gayretlen sonucunda bizlere emanet edilmiştir. Yurdumuzu geliştirmek ve "muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak" görevi ise yeni nesillere verilmiştir. Bu kutsal görevin en iyi şekilde yerine getirilmesi için üretici ve yapıcı olmak lâzımdır.
İnsan, üreterek başkalarına faydalı olur ve bunun mutluluğunu hisseder. Üretici insan diğer insanların sevgi ve saygısını kazanır. İnsanların hoşuna giden şey Rabb'imizin de hoşuna gidecektir Allah bize akıl ve ilim vermiştir. Verdiği akıl ve ilmin gereği olarak yapıcı ve üretici olmak onu memnun eder.
Dinimiz, dilenciliği, çalışıp çabalamaksızın tevekkülü, hazır yiyiciliği menetmiştir. Develerini dışarıya salıverip, mescitte boş oturan ve Allah'a tevekkül ettiklerini söyleyen bir grup insanı. Hz. Ömer: "Siz tevekkül edici değil, teekkül ediciler, yanı hazır yiyicilersiniz." diyerek kovmuştur. Bundan da anlaşılıyor ki dinimizde çalışmadan başkalarının sırtından geçinmek yani çalışmamak, üretici olmamak zararlı görülmüştür.
Peygamber Efendimizin "Mescidi Nebevi" inşa edilirken bizzat çalıştığı, ayrıca ev işlerinden bir kısmını yaparak, eşlerine yardımcı olduğu, bilinmektedir.
Yapıcı ve üretici olmanın birçok faydalan vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: İnsanı kötülüklerden alıkoyması, iradeyi güçlendirmesi, insanları sevimli hâle getirmesi, dostluğu, kardeşliği, arkadaşlığı, sevgiyi, yardımlaşmayı ve dayanışmayı geliştirmesi.
Yapıcı ve üretici olmak kişiye öldükten sonra da sevap kazandırır. Çalışmasının neticesinde bırakmış olduğu eserlerden diğer insanlar faydalanır. Kendisini hayırla anarlar
Hz. Muhammed Zamanı İyi Değerlendirirdi
Peygamberimiz her konuda israf ve savurganlığı kötü gördüğü gibi zamanı boşuna geçirmeyi, vaktin kullanımında israf edilmesini hoş görmemiştir.
İnsan ömrü sınırlıdır ve bu sınırlı süre içinde insanın, hem bu dünyadaki hayatını kazanmak hem de ahiretini kazanmak için çalışması gerekir. Müslüman kişi, hayat ve ölüm konusunda daha bilinçli olduğundan boş işlerle ömrünü tüketmemesi gerekir. Peygamberimiz bu konuda şöyle derdi:
“Bir kişinin Müslüman olmasının güzelliklerinden biri de onun lüzumsuz işlerden uzak durmasıdır.”
İmkanlar insanlar için sürekli değildir; bu yüzden elde edilen imkanlar yerinde ve yararlı işler için kullanılmalıdır. Boş vakit de kıymetli imkanlardan biridir. Peygamberimiz buyurur ki:
“İki nimet vardır ki insanlar bu ikisinde çok aldanırlar: Sağlık ve boş vakit.”
“–Beş şey geçmeden beş şeyin kıymetini bil: İhtiyarlamadan önce gençliğinin; hastalanmadan önce sağlığının; fakirlik gelmeden önce zenginliğinin; meşgul olmadan önce boş vaktinin; ölmeden önce yaşamın.”
İnsan bazı değerli şeylerin kıymetini bilmek için, onu kaybetmeyi beklememelidir. Çünkü kıymetli şeylerin bir bölümü bir daha ele geçmez. Yaşam ve boş vakit de bu değerlerdendir. Peygamberimizin uyarılarına dikkat etmeli ve vaktimizi iyi değerlendirmeliyiz.
|
Hz. Muhammed (sav) Merhametli, Hoşgörülü ve Affediciydi
Hz. Muhammed herkese karşı sevgi ve merhametle doluydu. Arkadaşlarını çok sever, kendisine düşmanlık edenlere bile merhamet gösterirdi.
Allah, Hz. Muhammed’in bu özelliklerine dikkat çekmektedir: “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (21/Enbiyâ suresi, 107). Bir başka ayette de, “Ant olsun size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size düşkündür...” (9/Tevbe suresi, 128) buyurmaktadır.
O, yeryüzündeki herkese karşı merhametliydi. Zengin-yoksul, büyük-küçük, kadın-erkek demeyip herkesin hatırını sorardı. Çocukları çok sever, onlarla ilgilenirdi. Namaz kıldırırken bebek ağlaması duyduğunda namazı kısa tutardı.
Adamın biri Hz. Muhammed’in torunlarını kucağına alıp sevdiğini görünce, “Benim on çocuğum var; daha hiçbirini öpmüş değilim.” dedi. Hz. Muhammed şöyle cevap verdi: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buharî, Edeb, 18) Bir başka hadisinde de, “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Buharî, Edeb, 27) buyurur.
Hz. Muhammed zayıflara, yetimlere ve yoksullara karşı çok nazik ve şefkatliydi. Çevresindeki yardıma muhtaçlara yardım eder, onların gereksinimlerini karşılardı. Yetimlerin başlarını okşar, bağrına basardı. Medine’de yaptırdığı mescitte, yoksulların kalıp eğitim-öğretimlerini devam ettirebilmeleri için “Suffa” denen özel bir yer açtı.
Hz. Muhammed eşine ve çocuklarına karşı çok kibar ve nazik davranmıştır. Herkesin eşlerine ve çocuklarına karşı sevgi ve merhametle davranmalarını istemiştir.
Hz. Muhammed tüm canlılara karşı merhametliydi. Hayvanların da hakları olduğunu insanlara öğretti. Hayvan sahiplerinin hayvanlarına iyi bakmalarını, taşıyabileceklerinden fazla yük yüklememelerini isterdi. Kendisi de öyle yapardı.
Arkadaşlarıyla bir yolculuk sırasında dinlenmek amacıyla bir yerde konakladılar. Bir kuş oradaki ağaçlardan birine yuva yapmıştı. Bazıları kuşun yuvasındaki yavrularını aldılar. Bu-nu gören kuş çırpınmaya başladı. Kuşun bu hâlini gören Hz. Muhammed, “ Kim bu hayvanca-ğızın yavrusunu alıp onu ıstıraba attı? Yavrusunu hemen geri verin!” dedi. (Ebu Davut, Cihat, 122, Nu: 2675)
Hz. Muhammed hoşgörülüydü. Arkadaşlarına da hoşgörülü olmalarını öğütlerdi. “Hoşgörülü ol ki hoş görülesin.” (Ahmet bin Hanbel, Müsned, I, 248)
Kur’anıkerim’de Allah, Hz. Peygamber’e başka insanlara karşı yüce gönüllü ve hoşgörülü davranmasını öğütlerdi. “Affedici ol, iyiliği emret, cahillere aldırış etme.” (7/Arâf suresi, 199)
Hz. Muhammed, bütün insanlara karşı şefkat ve merhamet doluydu. Düşmanların kendisine ve ailesine yaptıklarını intikam nedeni olarak görmezdi. Kur'anıkerim’de bu konuda şöyle buyrulur: “...Yine de onları affet, aldırma, çünkü Allah güzel davrananları sever.” (5/Mâide suresi, 13)
Hz. Muhammed’in hoşgörüsüne en güzel örneklerden biri Mekke’nin fethi sırasında ya-şanan olaydır. Mekke’de iken Kureyşliler ona her türlü kötülüğü yaptılar. Fakat o, binlerce kişilik ordusuyla Mekke’ye muzaffer olarak girdiğinde bile hiç kimseden intikam almadı. Kâbe önünde toplanan halka yüksek sesle, “Ey Kureyş topluluğu! Benden ne umuyorsunuz? Size nasıl davranacağımı sanıyorsunuz?” diye sordu. Onlar, “Hayır bekleriz, sen soylu bir dost ve kardeşsin.” dediler. Bunun üzerine Hz. Muhammed, “Bugün ben size Yusuf peygamberin kardeşlerine dediğini diyeceğim. Size hesap sormak yok, hepiniz serbestsiniz, evlerinize gidiniz.” dedi. Mekkelilerin hepsini affetti.
Ebu Cehil’in oğlu İkrime, babası gibi Müslümanlara ve Hz. Muhammed’e karşı en fazla düşmanlık yapanlar arasındaydı. Yaptıkları nedeniyle Mekke’nin fethi sırasında korkup kaçtı. Karısı Müslüman oldu ve Hz. Muhammed’e gelerek İkrime’nin affını istedi. Hz. Muhammed İkrime’yi affetti. İkrime daha sonra gelip Müslüman oldu. O da İkrime’nin Müslüman olmasına çok sevindi.
Hz. Muhammed insanların inançlarına da saygı gösterirdi. Medineli Yahudiler ve Necranlı Hristiyanlar inançlarını rahatlıkla yaşamışlardır. Müslümanların dışındaki diğer insan-ların dinlerini hoşgörü ile karşılama prensibi Hz. Muhammed’in ölümünden sonra da titizlikle korunmuştur.
|
Hz. Muhammed (sav) Danışarak İş Yapardı
Hz. Muhammed yaptığı işleri danışarak yapardı. O, insanlar arasında ayrım gözetmeksizin herkesin görüşünü alırdı. Başkalarına danışma konusunda bizlere örnek olmuştur. Kur’anıkerim’de bu konuda şöyle buyurulur: “Onların işleri, aralarında danışma iledir.” (42/Şûrâ suresi, 38) “... Ve yapacağın işler konusunda onlarla görüş alışverişinde bulun.” (3/Âl-i İmrân suresi, 159)
Hz. Muhammed aile bireylerine danışarak iş yapmıştır. Kızlarının evlendirilmesinde ai-le bireylerinin görüşlerini almış, ona göre karar vermiştir. Ticaretle uğraştığı dönemlerde de eşi Hz. Hatice ile görüş alışverişinde bulunarak iş yapmıştır.
Hz. Muhammed uzmanlık gerektiren konularda ise bilgili ve yetenekli arkadaşlarına danışmış, ülke sorunlarında kararları daima danışarak almıştır.
Bedir Savaşı’nda, savaş alanının seçimi konusunda Hz. Muhammed bir yer gösterdi. Bunun üzerine arkadaşlarından biri ona, “Burası Allah tarafından size emredilen bir yer midir? Yoksa sizin kendi görüşünüz ve askerî bir taktik mi?” diye sordu. Hz. Muhammed bunun yalnızca kişisel görüşü olduğunu söyledi. Bunun üzerine arkadaşı, belirtilen yerin uygun olmadığını, düşmana en yakın su kaynağına kadar ilerlemeleri ve orada konaklamaları gerektiğini belirtti. Su kaynaklarını tuttuktan sonra savaşa başlanması düşüncesini önerdi. Hz. Muhammed bunun güzel bir plân olduğunu söyledi ve hemen uygulamaya başladı.
Savaş sonrası esirler hakkında ne yapacağına da arkadaşlarına danışarak karar verdi. Ayrıca Uhud ve Hendek Savaşlarıyla, Hudeybiye Antlaşması’nda da arkadaşlarının görüşlerine başvurmuştur.
Mekkelilerin Medine’ye saldıracakları haberini alan Hz. Muhammed arkadaşlarını topladı. Bu toplantıda kentlerini savunmaları konusunu arkadaşlarıyla görüştü. Toplantıda İran asıllı Selman-ı Farisî adlı bir sahabî bir kentin savunması konusunda İran’da uygulanan bir taktiği anlattı. Bu taktiğe göre Medine’nin etrafında derin ve geniş hendekler kazılarak kent savunulacaktı. Bu taktik Hz. Muhammed’in hoşuna gitti; bu taktiğe göre Medine’yi savundular ve başarılı oldular.
Hz. Muhammed (sav) Bilgiye Önem Verirdi
Peygamberimiz okuma yazma öğretilmesine ve insanlara yararlı olacak her türlü bilgiye büyük önem vermiştir.
Bedir zaferinde sonra, savaş esiri olarak, karşı taraftan ele geçen her bir kimse için dört bin dirhem kurtuluş fidyesi takdir edilmişti. Uzun yıllardan beri sıkıntı içinde bulunan Müslümanların bu paraya ihtiyacı vardı. Fakat Peygamberimizin emri üzerine, bunlardan okuma yazma bilenlerden her birinin, on Müslüman’a okuma yazma öğretmesi karşılığında fidye vermeden serbest kalacağı bildirildi ve öyle yapıldı.
Enes b. Malik’in bildirdiğine göre Peygamberimiz zamanında iki kardeş vardı. Birisi bilgi öğrenmek için Peygamberimizin mescidinde kalır, diğeri ise işe giderdi. İşe giden kardeş, bilgi öğrenmek için mescitte kalan kardeşini Peygamberimize şikayet etti. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“-Nereden biliyorsun, belki de ekmeğini kardeşinin yüzünden kazanıyorsun?”
Peygamberimizin bu konuyla ilgili bazı hadisleri şöyledir:
“-Bilgi öğrenmek her Müslüman’a farzdır.”
“-Bilgi öğrenmek amacıyla yola çıkan kişi, dönünceye kadar Allah yolundadır.”
Peygamberimiz Yararlı Her Çeşit Bilgiyi Önemsemiştir.
Peygamberimiz bilgi öğrenmeyi teşvik ederken, bununla sadece dini bilgileri kastetmemiştir. Allah rızası gözetilerek, insanlara yararlı olacak her türlü bilgi, Peygamberimiz tarafından övülmüştür. İslam’a göre her insanın kendisine lazım olan bilgiyi öğrenmesi farz; insanalrın yararına olan bilgiyi öğrenmesi ise farzıkifayedir. Örneğin, ileri düzeyde matematik, fen, sosyal bilimler, güzel sanatlar, yabancı dil vb. bilgilerin toplumda yeterli miktarda öğretimi yapılmalıdır. Nitekim Peygamberimiz, ihtiyaç olduğu için Zeyd bin Sabit’ten Yahudilerin dili olan İbranice’yi öğrenmesini istemiştir.
Peygamberimiz eğitim-öğretim faaliyetleri arasında onun Kur’an ve dini bilgileri öğretmesinin yanında Müslümanlara ziraat, tıp matematik, atıcılık, binicilik, yüzme gibi birçok konuda tavsiyeleri olmuştur.
Kadınların Eğitimi
Peygamberimiz bilgi öğrenmede kadın erkek ayrımı yapmazdı. O, kendisine gelen ilahi buyrukları erkeklere bildirdiği gibi kadınlara da tebliğ ederdi. Kadınlar da camiye gelir, ibadet eder, Peygamberimizin konuşmalarını dinlerdi. Hatta Peygamberimiz, haftanın bir gününü kadınların eğitimine ayırmıştı. Böylece onların arasından dini iyi bilen kadınlar yetişti. Peygamberimizin eşi Hz. Aişe, onlardan biridir
Hz. Muhammed (sav) Güvenilir Bir İnsandı
Hz. Muhammed gerek peygamberliği döneminde gerekse daha önce “Muhammedül-emin” (Güvenilir Muhammed) diye anılırdı. O sözünde, davranışında ve düşüncesinde doğru ve güvenilir bir insandı. Onun güvenilirliği tüm insanlar tarafından biliniyor ve beğeniliyordu.
Hz. Muhammed bir gün peygamberliğini insanlara duyurmak için Safa tepesine çıktı ve, “Ey Kureyşliler!” diye seslendi. Onun sesini duyanlar dinlemek için etrafında toplandılar. O şöyle devam etti: “Size şu tepenin arkasından bir düşman ordusunun geldiğini söylesem bana inanır mısınız?” Oradakilerin hepsi, “Evet, inanırız; çünkü senin yalan söylediğini hiç duymadık.” dediler. “O hâlde sizi Allah’tan başka Tanrı olmadığına inanmaya çağırıyorum.” dedi.
Hz. Muhammed, İslâm çağrısını yaymak için Roma İmparatoruna da bir mektup yazmış ve onu İslâma davet etmişti. Bu duruma şaşıran imparator ülkesinde bulunan Arap tüccarlardan birini sarayına çağırtmış ve ona şu soruyu sormuştu: “Siz peygamberlik iddiasından önce Muhammed’in hiç yalan söylediğini duydunuz mu?” Bunun üzerine tüccar, “Yalan söylediğini hiç duymadık.” demişti. İmparator, “Şayet o, Allah’a karşı yalan söylemiş olsaydı, eminim ki insanlara karşı yalan söylemekten çekinmezdi.” (Buharî, Bedülvahy, 6) dedi.
Hz. Muhammed kendisine emanet edilen bir şeyi en güzel şekliyle korur ve sahibine geri verirdi. Çünkü emaneti gözetmek de güvenilir olmanın gereğidir. Allah şöyle buyurur: “İnananlar, emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.” (23/Mü’minûn suresi, Hz. Peygamber, emanete hıyanet etmenin ikiyüzlülüğün işaretlerinden biri olduğunu bildirmiştir. (Camiussagir, 2, 1/8)
Peygamberimize düşmanlık edenler bile mallarını gönül rahatlığı ile ona teslim ederlerdi. Bunun en güzel örneği Hz. Muhammed’in Medine’ye hicret esnasındaki davranışıdır. Hz. Muhammed arkadaşı Hz. Ebu Bekir ile Medine’ye göç edecekti. Ancak kendisine teslim edilen mallar vardı. Bu malları sahiplerine vermesi için Hz. Ali’yi görevlendirdi. O da o malları sahiplerine teslim ettikten sonra Medine’ye göç etti.
Her türlü davranışında güveni esas alan Hz. Muhammed arkadaşlarını da böyle davranmaya teşvik eder, yanlışları karşısında onları uyarırdı. O, bir gün pazarda buğday satan birine rastladı. Adamın kuru buğdayın altında yaş buğdayı sattığını öğrenince, “Bizi aldatan bizden değildir.” (Camiussagir, 8879, 2/543) dedi. Bir başka sözünde de, “Güvenilir olmayanın imanı da yoktur.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 3/135) buyurdu. Yine “Mümin, insanların canları ve malları hakkında kendisine güvendiği kimsedir.” (Tirmizî, İman, 12) demiştir.
Hz. Muhammed şöyle buyurur: “Bana şunlar hakkında söz verin, ben de size cenneti müjdeleyeyim:
- Konuştuğunuz zaman doğru konuşun!
- Söz verdiğiniz zaman sözünüzü yerine getirin!
- Size emanet edileni koruyun!...” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/323)
Hz. Muhammed (sav) İnsanlara Değer Verirdi
Hz. Muhammed karşılaştığı insanlarla selâmlaşır, tokalaşır ve hâlini hatırını sorardı; güler yüzünü kimseden esirgemezdi. Karşısındaki ayrılmadıkça peygamberimiz yüzünü başka tarafa çevirmezdi. Konuşma sürdükçe karşısındakine ilgisini devam ettirirdi.
Eşi Hz. Ayşe, Hz. Muhammed’in iyi, güzel huylu ve tüm insanlara karşı çok nazik olduğunu söylerdi. Peygamberimizin yüzünde her zaman bir neşe vardı.
Peygamberimiz içinde bulunduğu toplulukta ayrıcalıklı yer aramaz, herkes gibi uygun bir yer bulur, otururdu. Komşularına karşı daima eli açık, kibar ve saygılıydı. Komşusunun rahatsız olabileceği her türlü davranıştan sakınırdı. Evine gelene ikramda bulunur, bir şey isteyeni geri çevirmezdi. Misafirlerinin ikramıyla kendisi ilgilenirdi. Misafire ikramda bulunmak konusunda Hz. Muhammed şöyle buyurur: “Kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa misafirine ikram etsin. Kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa komşusuna iyilik etsin.” (Buharî, Edeb, 31)
Hz. Muhammed çocuklara karşı anlayışlı, nazik ve ilgiliydi. Çocuklarla ilgilenir, onlarla oynar ve çeşitli hediyeler verirdi. Özellikle yetimleri evlerinde ziyaret eder, başlarını okşar, bağrına basardı. Onlara her konuda yardım ederdi.
Hz. Muhammed akrabayı gözetmek konusunda çok büyük titizlik gösterirdi. Akrabala-rını arar, hatırlarını sorar, ihtiyaç sahibi olanlara yardım ederdi. Bu konuda şöyle buyurur: “Akrabayı nasıl gözeteceğinizi büyüklerinizden öğrenin. Çünki sılayırahîm (akrabayı gözetmek), akraba arasında sevgi üretir...” (Tirmizî, Birr, 49)
Hz. Muhammed kendisine inansın inanmasın herkese saygı gösterirdi. Medine’de yaşadığı sürece Yahudilerle iyi ilişkiler kurmuştur.
HZ. MUHAMMED (sav)'İN HAYATINDAN ÖRNEK DAVRANIŞLAR
HZ. MUHAMMED (sav)’İN HAYATINDAN ÖRNEK DAVRANIŞLAR
1. Hz. Muhammed (sav) İnsanlara Değer Verirdi
2. Hz. Muhammed (sav) Güvenilir Bir İnsandı
3. Hz. Muhammed (sav) Bilgiye Önem Verirdi
4. Hz. Muhammed (sav) Danışarak İş Yapardı
5. Hz. Muhammed (sav) Merhametli, Hoşgörülü ve Affediciydi
6. Hz. Muhammed (sav) Çalışmayı Sever ve Zamanı İyi Değerlendirirdi
7. Hz. Muhammed (sav) Sabırlı ve Cesaretliydi
8. Hz. Muhammed (sav) Hakkı Gözetirdi
9. Hz. Muhammed (sav) Doğayı ve Hayvanları Severdi
Yapımcı Yayınlayıcı Baris GUndogdu Saygılarımla İşinize yaramasına sevindim .. <3<3<3<3
|
|